Malaga, Sevilla, Cordoba, Granada
Tarih boyunca farklı inançlara, medeniyetlere ev sahipliği yapmış, kültürler eşiği Endülüs’te tarihin her anına tanıklık etme ayrıcalığını yaşatacak bir tatil mekanı. Bugünkü İspanya’nın güneyinde o zamanlar Tartasos denilen İber kavimleri yaşıyordu. Derken Fenikeliler, Cadiz’e Lübnan’dan aldıkları Yahudileri getirdiler. Yahudiler‘in Cadiz’de başlayan İspanya ve Endülüs maceraları başka şehirlere de taşındı. Derken Endülüs için bir diğer dönüm noktası İslamiyet’in doğmasıyla yaşandı. Şam başkentli Emevi Devleti 7. yüzyılda Kuzey Afrika’nın tamamını ele geçirdi. Kuzey Afrika Valisi Musa Bin Nusayr, Berberi kumandan Tarık bin Ziyad’ı Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İber Yarımadası’na gönderdi. Tarık Bin Ziyad bu bölgeyi almaya o kadar kararlıydı ki, askerleri savaştan kaçmasınlar diye, Endülüs’e ulaşınca tüm gemilerini yaktı. Tarık’ın askerleri Vizigot Kralı Rodrigo’yu yenerek tüm Endülüs’ü ele geçirdi. Sonrasında da bölge 1492’ye kadar yavaş yavaş Hristiyanların kontrolüne geçmeye başladı. Bu üç dinin etkisiyle Endülüs tüm Avrupa’dan kendini soyutlayarak Kudüs’ü andırıyor. Avrupa’nın aydınlanmasında ciddi etkisi olan Endülüs bölgesi günümüzde turistlerin ilgi odağını oluşturuyor.
Endülüs’ü ziyaret etmek isteyenler birçok farklı rota çizilebilir. 87 bin 268 kilometre karelik yüzölçümüyle İspanya topraklarının yüzde 17’sini oluşturan Endülüs’ün en önemli yerleşim yerleri Sevilla, Cordoba, Malaga, Granada, Cadiz, Almeira, Huelva ve Jaen.
Türkiye’den yaklaşık dört buçuk saat uçuş mesafesinde olması ve bunun sonucu da uzun süredir pahalı destinasyon olması nedeniyle Endülüs, Türkiye’de hak ettiği ilgiyi görebilmiş değil.
Malaga adını bir rivayete göre İbranice’deki Melak kelimesinden yani tuzdan alıyor. Malaga, Costa del Sol denilen Güneş Sahilleri üzerine kurulu bir liman şehri. Şehir Cebelitarık boğazına 100, en yakın Kuzey Afrika sahiline ise 130 km uzaklıkta. Eğer buraya kadar gelmişken Cebelitarık’ı da ziyaret edeyim derseniz İngiltere’den vize almayı unutmayın. Zira burası İngiliz toprağı sayılıyor. Panoramik bir şehir turundan sonra ilk hedefimiz tarihi şehrin kurulduğu Gibralfaro (Tarık’ın feneri) tepesi oluyor. Bu tepeden Malaga’yı kuş bakışı görebiliyorsunuz. Fotoğraf makinanızı yanınıza almazsanız üzülebilirsiniz. Burada hala Fenikeliler‘den kalma az da olsa kalıntılar var. Fenikeliler’e ait surları şehirdeki Picasso Müzesi’nde görebilirsiniz. Ama ayakta duran kalıntıların büyük bir bölümü Endülüs dönemine ait. Gibralfaro kalesi 11. yüzyılda Endülüs Taifalar idaresi sırasında ufak emirliklere bölünmüşken yapılır. 13 ve 14. yüzyılda ise Nasrid hanedanı zamanında genişletilir. Gibralfaro kalesi korunaklı bir yolla Alcazaba adlı diğer bir kaleye bağlanır. Bu kale Arap döneminde emirin ikamet ettiği yerdir. Bu tepede şehrin manzarasının tadı çıkardıktan sonra aşağı iniyoruz. Aşağıda sizi Picasso müzesi ve Malaga’nın en meşhur restoranı El Pimpi’nin de içinde yer aldığı trafiğe kapalı çok güzel bir cadde sizi bekliyor.
Malaga’da ikinci gününüzde görülebilecek yerlerden biri de Marbella ve Puerta Banus. Marbella özellikle Arapların yazlık evlerinin olduğu oldukça zengin bir yerleşim birimi. Puerta Banus da yine Marbella bölgesinde yer alıyor. Yat limanları, lüks alışveriş merkezleri ve restoranlarıyla Puerta Banus dünya jetsetini her yıl İspanya’ya çekmeyi başarıyor.
Malaga tarihi güzelliklerinin yanında yılda ortalama 312 gün güneş ve güzel sahilleriyle de turistleri cezbediyor. Şehir güneş konusunda o kadar iddialı ki, İngiliz turistlere güneş garantili tatil satılıyor. Güneş olmayan günlerin parası iade ediliyor.
Malaga’dan yaklaşık 217 km sonraki durağımız Endülüs’ün en büyük şehri Sevilla. Guadalquivir nehrinin ikiye böldüğü şehir aynı zamanda Endülüs bölgesinin başkenti. Şehri gezmeye başlamadan önce şehrin ve bölgenin tarihini biraz daha derinden öğrenmekte fayda var. Yoksa gezdiğiniz birçok yeri tanımaz ve gezinizden hak ettiği zevki alamayabilirsiniz.
Bir İber kasabası olan Sevilla, Roma hakimiyeti döneminde Betis olarak adlandırılır. Bugün şehrin eğlence mekanlarının bulunduğu cadde bu adla anılıyor. Sonrasında Araplar gelinceye kadar şehir Vizigot hakimiyetinde kalır. 711’de Endülüs’e ayak basan Araplar şehri 1248’e kadar ellerinde tutarlar. Sevilla için olduğu kadar, Endülüs için de 711 ve 1492 tarihleri oldukça önemli. Şehirdeki tüm yapıları anlamak için bu tarihler arasında yaşananları iyi bilmek gerekiyor. Arapların Endülüs’ü ele geçirdiği yıl Conquista yani Fetih olarak, tüm bu toprakların yeniden Hristiyanlaştırıldığı 1492 ise Reconquista yani Yeniden Fetih olarak adlandırılıyor. Müslümanların gelmesiyle bölgede ciddi bir gelişim gözlemlenir. Bölge halkı tarımı ve birçok bilimi bu sayede öğrenir. Bölgedeki zeytinliklerin bir kısmı zamanında Araplar tarafından ekilir. Tabii bilimin gelişmesinde Müslümanlar kadar bölgedeki Yahudi toplumun ve kabalacı bilginlerin etkisi de yüksektir. Nitekim şehirde bu sayede ezoterizm gelişir. Kısacası ezoterizm bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstat tarafından sadece ehil olanlara ruhsal tesir yoluyla öğretilmesine deniyor. Oldukça sıcak olan ve yaz aylarında ısının 50 dereceye kadar ulaştığı Sevilla’da o dönemde kauçuk ağaçlarının ekilmesinin nedeni de ezoterik bilgiler. Bu bilgilere göre kauçuk ağaçları şehri ortalama 8 derece soğutuyor yani doğal klima etkisi yapıyor. Roma İmparatorluğu zamanında yaşamış Yunanlı hekim ve farmakoloji bilgini olan Dioscorides Pedanius’un metinlerinde de ezoterizm konusunda birçok bilgi bulmak mümkün.
La Plaza de Espana, Santa Cruz Mahallesi, Santa Maria Katedrali, Alkazar Sarayı
Sevilla dünyanın Flamenko merkezi olarak bilinir. Burada birçok Flamenko okulu bulunur. Bu şehre uğradığınızda bir akşamınızı muhakkak bir Flamenko gösterisini izlemeye ayırmalısınız.
Sevilla’dan yaklaşık 129 km’lik bir yolculuğun ardından bir dönemler Endülüs Emevi Devleti’nin başkenti Cordoba’ya ulaşıyoruz. Cordoba, Kahire ve Bağdat ile birlikte dönemin en önemli üç şehrinden biri. Özellikle 10 ve 11. yüzyıllarda şehir altın çağlarını yaşar. Avrupa’da şehir aydınlatmasının ilk kullanıldığı yerleşim merkezi Cordoba.
987 yılında tamamlanan Cordoba Camii şehirdeki en önemli mimari eser olarak göze çarpar. Dönemin halifesinin Bizans ile yakınlaşmasının sonucu olarak camide İstanbul’dan gönderilmiş mozaiklere rastlanıyor. 22 bin kişinin namaz kılabildiği bu ulu camii, döneminde Mekke’den sonra dünyanın en büyük camii idi. Katolik İspanyollar şehri ele geçirince Cordoba Alkazar’ını yıksalar da bu camiyi kilisenin de isteğiyle yıkmıyorlar. Ancak onu bir Katedrale çeviriyorlar. Camii içinde kullanılan ağaç işlemeleri, bugün avlusunda sergileniyor. Cordoba Camii içine girdiğinizde kendinizi bir kolonlar ormanında buluyorsunuz. Camiinin yapımında kullanılan çift kemer tekniği yapının mukavemetini sağlıyor. Yapıldığında 1013 kolondan oluşan bu cami, Hristiyanların tahribatı sonrası şuan 856 kolana sahip. 5. Carlos Kanuni Sultan Süleyman’a “Avrupa’da İslam bitti” mesajını vermek için camiinin tam ortasına bir katedral yapıyor. Bu katedralin yapımında da 160’a yakın kolon kesiliyor. İnşaatta Güney Amerika’daki kolonilerden getirilmiş kauba ağacı kullanılıyor.
Cordoba ziyaretinin ardından yaklaşık 200 km’lik bir yolculuğun ardından Arapların Endülüs’te son düşen kalesine ulaşıyoruz. Yol boyunca her yer zeytinlik. Zeytin ağacı olmayan yerlerde de badem ağaçları görüyorsunuz. Sierra Nevada ve Sierra Morena sıradağları arasında yer alan Granada bu dağlar nedeniyle çok özel bir iklime sahip. Hem Okyanus, hem de Akdeniz iklimi bir arada görülüyor. Dağlarda kayak yapılabilirken, aşağıda denize girilebiliyor. Ayrıca çeşmesinden rahatlıkla su içilebiliyor.
Şehirde birçok uygarlık yaşamış olsa da şehrin adını Yahudiler’den aldığı rivayet ediliyor. Gırnata’nın kutsanmış tepe kelimesinden türetildiği söyleniyor. Granada en görkemli dönemlerini ise Nusayri devleti zamanı olan 1238 ile 1492 yılları arasında yaşıyor.
El Hamra Sarayı, Albayzin (Albaicin) ve Saramonte Tepeleri.